Yusuf KARA
Bir önceki sayıdaki yazımız Hanefî mezhebinin müfta bih görüşünü tespit etme usulü ile ilgiliydi. Bu sayıdaki yazımızda bu usûl bir misal üzerinden tatbik edilecektir. Bu tatbik muteber metinlerden olan el-Vikâye ile bu eserdeki hataları ıslah gayesi ile yazılmış el-Islah adlı İbn Kemal Paşa’nın (v. 940/1534) eseri arasında bir meselenin muhakemesi şeklinde yapılacaktır. Molla Yusuf Kara[1]
الوقاية: قال اللهُ تعالى: ﴿يَا أيُّها الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا قُمْتُمْ إِلَى الصَّلَاةِ فَاغْسِلُوا وُجُوهَكُمْ﴾ الآيةَ، ففرض الوضوء غَسلُ الوجه من الشعر إلى الأذن وأسفلِ الذقَن واليدين والرجلين مع المرفقين والكعبين ومسحُ رُبُعِ الرأسِ واللحيةِ.[2]
“Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler, namaza durmak istediğinizde yüzlerinizi (…) yıkayın.” Öyleyse abdestin farzı; saçlardan kulaklara ve çenenin altına kadar yüzü, eller ve ayakları dirsek ve ayak bileği kemikleri ile beraber yıkamak ve baş ile sakalın dörtte birini[3] mesh etmektir.”
el-Islâh:
الإصلاح: قال اللهُ تعالى: ﴿يَا أيُّها الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا قُمْتُمْ إِلَى الصَّلَاةِ فَاغْسِلُوا وُجُوهَكُمْ﴾ الآيةَ، ففرض الوضوء غَسل الوجهِ من الشعر إلى الأذن وأسفلِ الذقن واليدين والرجلين مع المرفقين والكعبين ومسحُ رُبُعِ الرأسِ.[4]
“Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler, namaza durmak istediğinizde yüzünüzü (…) yıkayın.” Öyleyse abdestin farzı; saçlardan kulaklara ve çenenin altına kadar yüzü, eller ve ayakları dirsek ve ayak bilek kemikleri ile beraber yıkamak ve başın dörtte birini mesh etmektir.”
İtiraz:
İbn Kemal Paşa’nın itirazı Vikaye’deki sakalın da dörtte birinin mesh edilmesinin farz olduğunu ifade eden “واللحية” kelimesidir. İbarenin ıslahı için “واللحية” kelimesinin hazfedilmesiyle iktifa edilmiştir.
Muhakeme:
Tespit edebildiğimiz kadarıyla İbn Kemal Paşa’nın itirazının hem lafzî, hem de manevî sebepleri vardır. Konumuz itibarıyla itirazın manevi sebebin değerlendirilmesi asıl olsa da, ayrıca bir ibare tahlili tatbikinin de faydalı olacağını düşünerek lafzî sebebin değerlendirilmesinin de yazıya eklenmesi uygundur.
İtirazın Lafzî Sebebi:
Abdest ayetin mantûkunda kesin olarak karşılığı bulunan hükümler -miktar ve sınırların detayları noktasındaki bazı ihtilafların göz ardı edilmesiyle- şunlardır:
- Yüzün yıkanması.
- Kolların yıkanması.
- Başın mesh edilmesi.
- Ayakların yıkanması.
Bunlar abdestin kat’î farzlarıdır.[5]
İçtihâdî de olsa ayet-i kerimenin lafzından istinbat edilmesi mümkün olan hususlar ise şunlardır:
1) Yüzün sınırı.
2) Dirsekler ve ayak bileği kemiklerinin de yıkama hükmüne dahil olduğu.
3) Başın dörtte birini mesh etmenin farz oluşu.
Nitekim yüzün sınırları “وجه” kelimesinin iştikakından[6], dirsekler ve ayak bileği kemiklerinin yıkama emrine dâhil olması “إلى” harfı cerrinden[7], başın meshinde farz olan miktarın başın dörtte biri olması da “ب” harfı cerrinden[8] istinbat edilmiştir. Abdestte sakala dair verilecek herhangi bir hükmü ise ayetin mantuku ile irtibatlandıran bir kaynağa rastlayamadık.
Kanaatimizce Vikâye’de sakal hakkında belirtilen hükmün abdest ayetinin (el-Mâide 5/6) lafzından istinbat edilmesi mümkün değildir. Abdest ayeti, usul-i fıkıhtaki nassdan hüküm çıkarma yolları[9] çerçevesinde değerlendirildiğinde, şu hususlar söz konusu olur:
Vikâye’de geçen “واللحية” kısmı ayette lafzî olarak mevcut olmadığından, sakalın dörtte birinin mesh edilmesinin farziyeti ne nassın ibaresinin delaleti[10], ne de işaretinin delaletinden[11] çıkarılmış olması mümkün değildir.
Aynı şekilde nassın delaletiyle istidlal[12] sonucu istinbat edilmiş olması da mümkün değildir. Çünkü ibadetlerdeki sayı ve miktarlar taabbudî, yani bir illete bağlı olmadan imtihan olarak emredilmiştir.[13] İllet mevcut olmayınca nassın delaletiyle istidlalden bahsetmek de mümkün olmayacaktır.
Yine mezkûr hükmün iktizanın delaletinden[14] de alınmış olması mümkün gözükmemektedir. Nitekim başın mesh edilmesine dair verilen hükmün anlamlı olabilmesi, sakala dair verilecek herhangi bir hükme bağlı değildir.
Sonuç olarak Vikâye’de sakala dair belirtilen hükmün diğer uzuvlara nazaran abdest ayetiyle (el-Mâide 5/6) doğrudan alakalı olmadığını söyleyebiliriz. Hatta İmam Kerhî (v. 340/952) abdestin farzlarının Allah Teala’nın kitabında açıkça ifade ettiği şeylerden ibaret olduğuna özellikle dikkat çekmiştir.[15] Neticede Vikâye’de sakala dair verilen hükmün kıyasa dayandığını ve içtihadî olduğunu söylememiz mümkündür.
Dolayısıyla “ففرض الوضوء” ifadesinin başındaki “ف” harfinden sonra sayılacak hususlar – ister bu “ف” ta‘kîbiyye[16] veya tefsîriyye[17] ya da sebebiyye[18] olsun – ayetteki emirlerle alakalı olmak durumundadır. Varmış olduğumuz sonuç itibarıyla bu durum Vikâye’de geçen “واللحية” kısmı için söz konusu değildir.
Mültekâ’da ise -Vikâye’de olduğu gibi- konuya abdest ayetiyle (el-Mâide 5/6) giriş yapılıp aynı şekilde ardından “fâ” edatı kullanılmaktadır. Vikâye’den farklı olan durum ise “fâ”dan sonra abdestin dört farzının özetle sayılıp cümlenin böylece bitirilmesidir. Akabinde yüzün tarifi verilip dirsek, ayak bileği kemiği, baş ve sakalın abdestteki hükümleri ele alınmaktadır. Görüldüğü gibi İbrâhîm el-Halebî bütün hükümlerin aynı derecede olmadığını hissettiren tedrîcî bir anlatım tarzını benimsemiştir. Bu üslubuyla abdest hükümlerinin her birinin aynı derecede olmadığını; bazısının kat’î, bazısının ise içtihada açık meseleler olduğunu ve dolayısıyla ayrı ayrı ele alınması gerektiğine işaret etmiş olduğunu düşünmekteyiz.
İtirazın Manevî Sebebi
Sakalın abdestteki hükmünün Hanefî fıkıh kitapları açısından değerlendirilmesi, “sakal” kelimesinin manasının anlaşılması ile daha da bir netlik kazanacaktır. Gelecek sayfalarda hakkında konuşacağımız sakaldan maksat; altındaki cildin görünmesini engelleyecek kadar gür ve yüz dairesi (yanaklar ve çene) çerçevesinde kalan kısımdır. Nitekim altındaki cildin görünmesine engel olmayacak kadar hafif sakalın içine suyun geçirilip altındaki cilde ulaşmasını sağlamak ittifakla gereklidir.[19] Uzun sakalın çeneden sarkan kısmının yıkanması da farz değildir.[20]
İbn Kemal Paşa ise el-Islâh’ın şerhi el-Îzâh’ta “واللحية” ifadesini hazfetmesini şu şekilde gerekçelendirmiştir:
“Doğru olan görüş sakalın yıkanmasının farz olmasıdır. Çünkü (sakalın altında kalan) deri, yüz (vech) olmaktan çıkmıştır. Zira sakalın bu deriyi örtmesi sebebiyle yüzleşme (muvâcehe), artık yüzü örten sakal ile gerçekleşmektedir. Böylece sakal, yüz (vech) hükmünü almıştır. Ebu Hanîfe (v. 150/767) bu söylediklerimize: “Abdest yerleri ancak görünürde olanlardır”[21] sözüyle işaret etmiştir. Görünürde olan ise deri değil, sakaldır. Öyleyse yıkanması icap eder. Abdestte sakala verilecek müstakil bir hüküm yoktur. Bilakis sakal yüzü örtünce cildin yerine kaim olur. Dolayısıyla ona verilecek hüküm ancak yüzün cildine verilen hükümden ibaret olabilir.”[22]
Metinlerin Sakalın Abdestteki Hükmü Açısından İncelenmesi
Hanefî mezhebinin müteahhirîn ulemasının tasnif ettiği muteber metinlerin (Vikâye’nin yanı sıra) bazılarında “واللحية” ifadesi mevcut iken bazılarında sakalın abdestteki hükmüne değinilmemiştir.
Ele almakta olduğumuz mesele çerçevesinde bu metinlerin üç gruba ayrıldığını görmek mümkündür:
1) Sakalın dörtte birinin mesh edilmesinin gerektiğini tercih eden metinler:
Bunlar Vikâye[23] ve Kenz[24] olmak üzere iki tanedir.
2) Sakalın cildi örten kısmının tamamının mesh edilmesinin farziyetini tercih edenler:
Bunlar da Mecme‘u’l-Bahreyn[25], Nukâye[26] ve Mülteka[27]olmak üzere üç tanedir.
3) Sakalın hükmüne değinmeyen metinler:
Kudûrî[28], Bidâyetü’l-mubtedî[29] ve Muhtâr’da[30] ise abdest ayetinin mantukunda (el-Mâide 5/6) geçen dört uzuv ile yetinilmektedir.
Ayrıca Kerhî’nin el-Muhtasar’ı[31], Tahâvî’nin el-Muhtasar’ı[32] ve Hâkim-i Şehîd’in el-Kâfî’sinde[33] de abdestin farzları anlatılırken sakaldan bahsedilmemektedir. Hatta Kerhî abdestin farzlarının Allahü Teala’nın Kur’ân’da açıkça ifade ettiği şeylerden ibaret olduğuna dikkat çektikten sonra bunları el, yüz, baş ve ayaklarla sınırlandırmıştır. İmam Muhammed’in (v. 189/805) el-Asl’ında da abdest babında[34] sakalın abdestteki durumu hakkında bir malumata rastlayamadık. Zaten el-Muhîtu’l-Burhânî’de bildirildiğine göre zâhirü’r-rivâye eserlerinde abdestte sakalın meshine dair bir bilgi yoktur.[35]
Görüldüğü gibi metinlerde sakalın yıkanmasına dair bir malumat zikredilmemiştir. Buna mukabil sakalın dörtte birinin veya tamamının mesh edilmesinin farziyeti bazı metinlerde tercih edilmiştir. Ancak metinlerin meşhur şerhleri ve diğer fıkıh eserleri incelendiğinde bu tercihlere birçok şarih ve müellifin katılmadığını ve sakalın yıkanmasının gerekliliğini savunduğunu görmek mümkündür.[36]
Ayrıca ikinci derecede muteber metinler olarak sayılan[37] et-Timurtâşî’nin (v. 1006/1598) Tenvîru’l-Ebsâr’ı ve Molla Hüsrev’in (v. 885/1480) Gureru’l-Ahkâm’ı ve bunlar üzerine yapılmış çalışmalarda da İbn Kemal Paşa’nın tercih ettiği görüşün tercih edildiği görülmektedir.[38]
Şerhlerde geçen eleştirilere misal olarak el-Bahru’r-Râik’in bu konuyla alakalı açıklamasının nakledilmesiyle yetinilmiştir:
“es-Sirâcü’l-Vehhâc’ta geçtiği üzere sahih olan görüş sakalın (dış/görünür kısmının) yıkanmasının farz oluşudur. ez-Zahîriyye’de geçtiği üzere fetva bu doğrultudadır. Bedâi‘u’s-Sanâi‘de zikredildiğine göre bu rivayetin dışındaki rivayetlerden[39] rücu‘ edilmiştir.[40] Metin müelliflerinin sahih görüşü bırakıp terkedilmiş görüşleri zikretmeleri gerçekten şaşırılacak bir durumdur.”[41]
İbn Kemal Paşa’nın ifade ettiğine göre, bazı metinlerde sakalın abdestin farzları arasında zikredilmemesinin sebebi onun müstakil bir hükme sahip olmadığındandır. Böylece sakaldan sarahaten bahsetmemiş olan metin müellifleri aslında abdestte sakalın zahirinin yıkanmasının lüzumuna işaret etmişlerdir.[42] İmam Kudûrî’nin (v.428/1037) de ifade ettiğine göre İmam-ı Âzam’dan rivayet edilen “Abdest yerleri ancak görünürde olanlardır”[43] sözü, sakalın görünürde olan kısmın üzerinden suyun akıtılmasının farz olmasını gerektirmektedir.[44]
Netice
İbn Kemal Paşa’nın ilk eleştirisinin değerlendirilmesini sonuca bağlarken öncelikle ifade etmek istediğimiz husus şudur; metinlerde geçen sakalla alakalı farklı tercihlerin -eleştirinin lafzî gerekçesini incelerken ortaya koyduğumuz üzere- abdest ayetinden (el-Mâide 5/6) doğrudan çıkarılması mümkün değildir. Bu durum göz önünde bulundurulunca, bu farklı tercihlerin tamamının içtihadî olduğunu söylemek mümkündür.
Görebildiğimiz kadarıyla, hem İbn Kemal Paşa’dan önce, hem de ondan sonra kaleme alınmış muteber ve meşhur eserlerde ağır basan görüş sakalın yüzü örten kısmının yıkanmasının farziyetidir. Örneğin Hanefî fıkhının en temel kaynak eserlerinden olan İmam Kâsânî’nin el-Bedâi‘u’s-Sânâi‘inde; bu görüşün dışındaki rivayetlerin muteber olmadığı özellikle vurgulanmıştır.[45] Ayrıca İbn Kemal Paşa’dan önce ve sonraki Osmanlı fıkıhçılarının da ona muvafakat ettikleri görülmektedir.[46] İmam Şurunbulâlî’nin (v. 1069/1659) ifadesine göre de sakalın dışının yıkanmasının farziyeti, tercih edilmiş görüşler arasında en kuvvetlisidir.[47] Hatta İbnü’l-Hümam’ın (v. 861/1457) zikrettiğine göre İmam Muhammed el-Asl’da bu görüşe işaret etmiştir.[48]
Hanefi fetva usulünde -kaide olarak- metinlerde zikredilen görüşler ilk sırayı tutsa da, şerhlerde bunlar eleştiriye tabi tutulup farklı bir görüş açıkça tercih edildiğinde fetva şerhlerde tercih edilen görüşe göre olur. Kaynak eserlerin incelenmesi sonucunda, bu durumun Vikâye’nin konumuzla alakalı hükmünde de olduğunu söylemek mümkündür.
[1] Tahsil İlim Merkezi İstanbul Başmüderrisi.
[2] Tâcüşşerî’a, Vikâyetü’r-rivâye fî mesâili’l-Hidâye, s. 37.
[3] Bkz. İbn Nüceym, el-Bahru’r-râik, I, 33-34.
Prof. Dr. Salâh Ebu’l-Hâc’ın tespitine göre Hanefi mezhebinde gür sakalın abdestteki hükmü hususunda dokuz rivayet vardır:
- Sakaldan yüzü örten kısmın tamamının yıkanması.
- Sakalın tamamının mesh edilmesi.
- Dörtte birinin mesh edilmesi.
- Üçte birinin mesh edilmesi.
- Sakaldan yüzü örten kısmın tamamının mesh edilmesi.
- Dörtte birini yıkamak.
- Üçte birini yıkamak.
- Hem yıkama hem de meshin sakıt olması.
- Sakalın altına suyun geçirilip yüz derisinin yıkanması.
Bkz. eş-Şurunbulâlî, Merâki’l-felâh (Minnetu’l-fettâh alâ Meraki’l-felâh), I, 329- 330.
[4] İbn Kemâl Paşa, el-Îzâh fî Şerhi’l-İslâh, 9-15.
[5] el-Meydânî, Abdülğani el-Ğuneymî, el-Lübâb fî şerhi’l-Kitâb, s. 31- 32.
[6] el-Mergînânî, Burhanüddîn Ali b. Ebu Bekr, el-Hidâye şerhu Bidâyeti’l-mübtedî, I, 25.
[7] el-Mergînânî, el-Hidâye, I, 25.
[8] Sadrüşşerî’a, Şerhu’l-Vikâye, II, 12.
[9] Bunlar mezhebimize göre dörttür. Ayrıntılı bilgi için bkz. el-Pezdevî, Usûlu’l-Pezdevî, s. 295; el-Kâkî, Muhammed b. Muhammed b. Ahmed, Câmi’u’l-Esrâr fî Şerhi’l-Menâr, I, 118.
[10] İbarenin delaleti; sözün siygasından derhal anlaşılan ve sözün getirilme amacını teşkil eden manaya delaletidir. Ayrıntılı bilgi için bkz. es-Serahsî, Usûlu’s-Serahsî, s. 184; Atar, Fahrettin, Fıkıh Usulü, s. 226.
[11] İşaretin delaleti; lafzın kendi siygasından anlaşılması mümkün olmakla birlikte sözün getirilme amacını teşkil etmemesi açısından ibarenin delaletinde olduğu kadar belirgin olmayan ikincil manaya delaletidir. Ayrıntılı bilgi için bkz. es-Serahsî, Usûlü’s-Serahsî, s. 184; Molla Cîven, Ahmed b. Ebu Sa’îd, Nûru’l-envâr fî şerhi’l-Menâr, I, 563-565.
[12] Nassın delaleti; nassdaki hükmün illetinin Arap dili gereği mantuktan anlaşılmasından ibarettir. Öyle ki ayriyeten hükmün illetini tespit etme gayretine girmeye gerek kalmamaktadır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Muhammed Esad, İbnü’l-Emîn, Fıkıh Usulü (Telhîs-i Usûl-i Fıkıh), s. 154; es-Serahsî, Usûlü’s-Serahsî, s. 188; eş-Şâşî, Nizâmüddîn, Usûlü’ş-Şâşî, s. 95.
[13] İbn Nüceym, Zeynüddîn b. İbrâhîm b. Muhammed el-Mısrî, Fethu’l-Gaffâr bi şerhi’l-Menâr, s. 363.
[14] Nassın iktizası ise; nassın, anlamlılığını korumak için nassın öncesine takdir edilmesi gereken bir ziyadeye delalet etmesidir. Tariften anlaşılacağı üzere iktizanın delaleti cümle içinde karşılığı olan lügavî bir hadise değildir. İktizanın delaleti mütekellimin sözünün boşa çıkmasını önlemek ve onu anlamlı kılmak için aklî veya şer’î bir gerekçe ile kelamın öncesine bir takdir yapmaktan ibarettir. Ayrıntılı bilgi için bkz. es-Semerkandî, Alâüddîn Muhammed b. Ahmed, Mîzânu’l-Usûl, I, 573; Molla Hüsrev, Muhammed b. Ferâmûz b. Alî, Mir’âtü’l-usûl şerhu Mirkâti’l-vusûl, s. 238; Hâmid Efendi, Haşiye alâ Mir’âti’l-Usûl, II, 41; Molla Cîven, Nûru’l-envâr, I, 579.
[15] el-Kerhî, Ebü’l-Hasen Ubeydullah b. el-Hüseyn b. Dellâl, Muhtasaru’l-Kerhî, s. 118
[16] Kavâmüddîn el-Kâkî’nin Mi’râcu’d-dirâye’sinden naklen el-Aynî, Mahmûd b. Ahmed Bedruddîn, el-Binâye Şerhu’l-Hidâye, I, 159.
[17] el-Aynî, el-Binâye, I, 159; en-Nesefî, Ebu’l Berakât Hâfizüddîn Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd, el-Mustasfâ fî şerhi’n-Nâfi’, I, 127.
[18] el-Aynî, el-Binâye, I, 159.
[19] el-Kârî, Nureddîn Ebu’l-Hasen Molla Ali b. Sultân Muhammed el-Herevî, Fethu babi’l-inâye, I, 46; Kâdîhân, Hasan Mansûr b. Ebu’l-Kâsım, Fetâvâ Kâdîhân, I, 23; İbnü’l-Hümâm, Kemâlüddîn Muhammed b. Abdu’l-Vâhid es-Sîvâsî, Fethu’l-Kadîr, I, 9; eş-Şurunbulâlî, Ebu’l-İhlâs Hasan b. Ammâr b. Ali, Merâki’l-felâh (Minnetu’l-fettâh alâ Meraki’l-felâh), I, 329- 330; eş-Şurunbulâlî, Günyetu zevi’l-ahkâm, I, 8; Nuh Efendi, Nuh b. Mustafâ, Dürer haşiyesi, s. 39.
[20] Kâdîhân, Fetâvâ Kâdîhân, III, 23; el-Kâsâni, Alâüddîn Ebû Bekr b. Mes’ûd, Bedâi’u’s-sanâi’ fî tertîbi’ş-şerâi’, I, 18; Sadrüşşerî’a, Şerhu’l-Vikâye, II, 15- 16; eş-Şurunbulâlî, Gunyetu zevi’l-ahkâm, I, 8.
[21] Bkz: İmam Muhammed, Kitâbu’l-asl, I, 46.
[22] İbn Kemâl Paşa, el-Îzâh fî şerhi’l-İslâh, I, 13-14.
[23] Tâcüşşerîa, Vikâyetu’r-rivâye fî mesâili’l-Hidâye, s. 37.
[24] en-Nesefî, Kenzü’d-dekâik, s. 139.
[25] İbnü’s-Sâ’âtî, Mecme’u’l-bahreyn, s. 69.
[26] Sadrüşşerî’a, en-Nukâye, s. 3.
[27] el-Halebî, İbrâhîm b. Muhammed b. İbrahîm, Mülteka’l-ebhur, thk., s. 18.
Lakin Mültekâ sahibi İbrahîm el-Halebî’nin bizzat kendisi Ğunyetü’l-mütemellî şerhu Münyeti’l-musallî isimli eserinde sakalın yıkanmasının farziyetini savunmaktadır. Bkz. İbrahîm el-Halebî, Gunyetü’l-mütemellî şerhu Münyeti’l-musallî (Halebî kebîr), s. 18.
[28] el-Kudûrî, Muhtasaru’l-Kudûrî, s. 52.
[29] el-Mergînânî, el-Hidâye, I, 25.
[30] el-Mevsilî, el-İhtiyâr, I, 11.
[31] el-Kerhî, Muhtasaru’l-Kerhî, s. 118.
[32] et-Tahâvî, İmam Ebu Ca’fer Ahmed b. Muhammed b. Selâme, Muhtasaru’t-Tahâvî, I, 61-63.
[33] el-Hâkimü’ş-Şehîd, Muhammed b. Muhammed b. Ahmed el-Mervezî, el-Kâfî, I, 74-78.
[34] eş-Şeybânî, Muhammed b. Hasen, Kitâbu’l-asl, I, 5-6.
[35] İbn Mâze el-Buhârî, Burhanüddîn Ebu’l-Me’âlî Mahmûd b. Sadrüşşerî’a, el-Muhîtu’l-Burhânî, I, 162.
[36] es-Serahsî, Şemsüleimme Ebû Bekr b. Muhammed b. Ahmed, el-Mebsût, I, 76; el-Kudûrî, Ebu’l-Hüseyn Ahmed b. Muhammed, Şerhu muhtasari’l-Kerhî, s. 120; el-Akta’, Ebu Nasr Ahmed b. Muhammed b. Muhammed el-Bağdâdî, Şerhu’l-Kudûrî, s. 84; Kâdîhân, Fetâvâ Kâdîhân, III, 23; Ferîdüddîn el-Hindî, Âlim b. el-Alâ’ ed-Dihlevî, el-Fetâvâ et-tâtarhâniyye, I, 198; el-Leknevî, Umdetu’r-ri’âye, I, 273- 274; İbn Nüceym, en-Nehru’l-fâik, I, 34; el-Kârî, Fethu bâbi’l-inâye, I, 46; Şeyh Zade, Abdurrahmân b. Şeyh Muhammed b. Suleyman, Mecme’u’l-Enhur, I, 12; el-Haskefî, Alâ’üddîn Muhammed b. Ali, ed-Dürrü’l-Müntekâ fî Şerhi’l-Mültekâ (Mecme’u’l-enhur’un hâmişinde), I, 11; eş-Şurunbulâlî, Merâki’l-felâh, I, 329; İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-kadîr, I, 9.
[37] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-ı İslamiyye ve Istılahat-ı Fıkhıyye Kamusu, VIII, 260.
[38] Bkz. İbn Âbidîn, Reddu’l-muhtâr, I, 225; Molla Hüsrev, Mehmet b. Ferâmurz, Düreru’l-hukkâm şerhu Gureri’l-ahkâm, I, 8; eş-Şurunbulâlî, Ğünyetu zevi’l-Ahkâm, I, 8; Nuh Efendi, Dürer Haşiyesi, s. 39; İbn Melek, Abdüllatîf b. Abdülazîz, Mecma’u’l-Fevâid li Cemmi’l-Avâid şerhu Tuhfeti’l-Mülûk, s. 181.
[39] Prof. Dr. Salah Muhammed Ebu’l-Hâc’cın tepitine göre Hanefi mezhebinde gür sakalın abdestteki hükmü hususunda dokuz görüş rivayet edilmiştir. Bkz. Minnetü’l-fettâh alâ Meraki’l-felâh, I, 329- 330.
[40] Bkz: el-Kâsânî, Bedâi’u’s-sanâi’, I, 18.
[41] İbn Nüceym, el-Bahru’r-râik, I, 34.
[42] Bkz. İbn Kemâl Paşa, el-Îzâh fî şerhi’l-İslâh, I, 14. Ayrıca bkz. Nuh Efendi, Dürer Haşiyesi, s. 39; İbnu’l-Hümâm, Fethu’l-kadîr, I, 9.
[43] Bkz: İmam Muhammed, Kitâbu’l-asl, I, 46.
[44] el-Kudûrî, Şerhu muhtasari’l-Kerhî, s. 120.
[45] el-Kâsâni, Bedâi’u’s-Sanâi’, I, 18.
[46] Bkz: Molla Hüsrev, Düreru’l-hukkâm, I, 8; Şeyh Zade, Mecme’u’l-enhur, I, 12; el-Haskefî, ed-Dürrü’l-müntekâ, I; Nuh Efendi, Dürer haşiyesi, s. 39.
[47] eş-Şurunbulâlî, Merâki’l-felâh, I, 329.
[48] İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-kadîr, I, 9. İbnü’l Hümâm’ın -yukarıda aktardığımız- “Abdest yerleri ancak görünürde olanlardır” ibaresini kast etmiş olması kuvvetle muhtemeldir. el-Asl’ın abdestle ilgili bölümleri gözden geçirildiğinde bu hususla alakalı başka bir ibare göze çarpmamaktadır.


